Türkçe English

Bilimsel Düşünce ve Psikiyatri

Gerçeklik kavramı aslında son derece öznel bir kavramdır. Herkes hemen her durumda yaşanan bir olayı farklı algılar, farklı yorumlar ve farklı sonuçlar çıkarır. İnsanın gerçeği algılaması ve yorumlaması, yeni karşılaşılan durumda var olan bilgi birikimi ve deneyimlerinin bir arada kullanılması ile olur. Diğer bir deyişle, bir gerçeği, yani nesnel, gözle görülen bir olayı (örneğin, bir kaza, bir afet ya da okula başlama vs.) tüm duyu organları ile algılaması ve bilinçli bir bütün oluşturarak anlaması, olayın nedeniyle ve oluş biçimiyle ile ilgili düşünce üretmesi kendi yapısal özelliklerinden ve daha önce öğrendikleri ve yaşadıklarından etkilenir.

Örnek olarak bir “depremi” ele alırsak, ani bir deprem sonrasında, depremin şiddeti, yeri gibi nesnel bilgiler hakkında varsayımda bulunurken, bu yeni depremi daha önce yaşamış olduğumuz bir depremle karşılaştırır ve aynı zamanda bu alanda edindiğimiz bilimsel bilgilerle değerlendirir ve bir tahmin üretiriz. Bu tahminde deneyim ve bilgilerimiz kadar, o anki duygu ve düşüncelerimiz ve kişisel düşünce şemalarımız da rol oynar. Örneğin, ölçülen deprem büyüklüğü 4,5 olsun. Eğer deprem kaygısı yaşayan biriysek, ya da oldukça kaygılı olduğumuz bir günde depremi yaşadıysak depremin şiddetini 5,5 büyüklüğünde algılayabiliriz. Öte yandan, depremle ilgili teknik bilgimiz yetersizse, bize sorduklarında 5,5 büyüklüğünde algılamış da olsak, yanlış bir ifadeyle 6,5 olarak tahminde bulunabiliriz. Sonuçta, hem yanlış algılamamız, hem de yanlış ifade edişimiz nedeniyle 4,5 olan büyüklüğü başka birisine 6,5 olarak aktarabiliriz. Böylelikle de, depremi yaşamayan kişinin 6,5 büyüklüğünde bir deprem hayal etmesine yol açabiliriz. Bu örnekten yola çıkınca, yanıltıcı algı ve eksik bilginin bizi yanılgıya götüreceği açıktır. Bu nedenle de nesnel (objektif) ölçüm araçları geliştirmek, doğru yöntemlerle ölçüm yapmak bizi “gerçek” üzerine kurulu varsayımlar ve planlar yapmaya götürür.

İnsan gelişim sürecinin doğal bir sonucu olarak, neden-sonuç ilişkisi kurmaya yatkındır. Bu neden-sonuç ilişkilerini çoğu zaman farkında bile olmaksızın kurarız. Farkında olmaksızın kurduğumuz neden-sonuç ilişkileri bilimsel bilgi düzeyimizden daha ziyade duygularımız ve düşünce şemalarımızla belirlenir. Bu bilinç dışı, kendiliğinden kurulan bağlantılar daha küçük yaşlarda, bebeklik döneminde kurulan neden-sonuç ilişkilerinde de görüldüğü gibi, mantıksal bir düşünce süreci işletmeyebilir. Yani aynen rüyalarımızda olduğu gibi yer ve zaman değişkendir, süreklilik ve anlamsal bir bütünlük içermesi gerekmez. Örneğin, rüyamızda bir şehirden bir diğerine bir saniyede geçiveririz, bir insan bir anda bir hayvana dönüşebilir, uçabilir, su üstünde yürüyebiliriz. Rüya sırasında tüm bu büyülü olaylar olurken hiç de garipsemeden rüyamıza devam ederiz. Rüyalar birçok psikoloji teorisine göre, bir tür anlamlandırma, diğer bir deyişle nedeni anlama ihtiyacının, duygusal ihtiyaçlarımız doğrultusunda yorumlanarak, karşılanması işlevini görmektedir.

Bir olayı yorumlarken, bilgi ve deneyimlerimizi, duygu ve düşünce şemalarımızla yorumluyor olduğumuz gerçeği, tüm olayların ve kavramların her bir bireyde farklı bir gerçeklik algısı yaratacağını düşündürür. Bu çok temel kuram, yani gerçeklik algısının öznelliği (subjektifliği) çağlar boyunca, yıllar geçtikçe “bilimsel düşünce” gelişiminin temellerini oluşturmuştur.

“Bilimsel düşünce”, en temel açıklamasıyla, nesnel ölçüm araçlarıyla ölçülebilen, tekrarlanabilen ve kişisel farklardan arındırılmış gerçekliğin, “gerçek” olarak kabul edilmesi düşüncesidir. Bu sebeple “gerçek” olan (realite), bir diğer deyişe “gözle görülür, elle tutulur” olandır. Ancak “gözle görülemeyen”, yani basit duyuların yeterli olmadığı durumlarda, çalışma prensipleri bilinen aletler, ölçüm araçları bilimsel düşüncenin hizmetine girer. Bu örneğin bir termometre, bir fotoğraf makinesi olabilir. Tıp bilimi de temel olarak, ana paradigmasını bu düşünceden alır. Zaman içinde ölçüm araçlarının yetersiz kaldığı, oluş mekanizmalarının yeterince bilinmediği durumlarda da “bilimsel düşünceye” olan gereksinim, “pozitif” yani ölçülebilen bilimlerle, daha çok “kısmen nesnel” ölçüm araçlarını kullanabilen ve istatistik ölçümlerine dayalı “sosyal bilimler” bir ayrım noktasına getirmiştir. Ancak “pozitif bilimlerle” “sosyal bilimlerin” temel prensipleri tümüyle özdeştir.

Sosyal bilimlerdeki en temel zorluk, çok fazla sayıdaki etkenin sonucun oluşumunda etkisi olması (multifaktöriyel), hatta çoğu zaman etkenlerin de kendi aralarında etkileşim içinde olmasıdır. Yani, tüm etkenlerin kontrollü olarak test edilmesi pratik olarak zor olduğundan, mümkün olan en “gerçek” bilgiye ulaşmada, “istatistik” bilimi gelişmiştir. Bu yolla toplanan bilginin genel toplamı, gerçeği (realiteyi) yansıtmadaki hata payı ölçülebilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, insanoğlu “gerçek” olana sadece yaklaşabilmektedir ve belki de hiçbir zaman “%100 nesnel gerçeği” bulma şansını yakalayamayacaktır.

Ancak her geçen gün üst üste biriken bilgi birikimi gerçeği anlamadaki hata payımızı azaltmaktadır. Bu nedenle, hastalıkların tedavi oranları her geçen gün yükselmekte, yeni ve daha karmaşık hastalıklar tanımlanabilmekte ve tedaviler zamanla bilinip, tüm dünyada yaygın olarak kullanılabilmekte, insan ömrü ve hayat kalitesi yıllar içinde artabilmektedir. Hemen her bilim dalında olduğu gibi, tıp alanında da artık “kanıta-dayalı (evidence-based) bilgi” değer görmekte, onun dışında kalan yorumlar çoğu zaman “ben yaptım, oldu” anlayışı olarak değerlendirilip, itibar görmemektedir. Psikiyatri, düşünce sistemini “bilimsel düşünceden” alan ve kanıta-dayalı verilerle bilgi birikimini arttıran bir bilim dalıdır. Bu anlamda diğer tıp alanlarından hiçbir farkı yoktur. Yaşanan zorluklar çoğu zaman açıklanmaya çalışılan kavramların tanımlanmalarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Yani, “depresyon”, veya “dikkat eksikliği” dendiğinde içinde pek çok alt türü olan geniş bir kavramdan söz edilmekte ve bu nedenle yorumlar bazen tutarsızlaşabilmektedir. Ancak son yıllarda netleşen ve tüm dünyada fikir birliğine varılan psikiyatrik fenomenler (kavramlar, görüngüler) ve bunlarla yapılan biyolojik (genetik, görüntüleme, ilaç vb.) çalışmalar pek çok durumda çelişki ve şüphe bırakmaksızın, yani “ölçülebilir ve tekrarlanabilir” verileri sunmaya başlamıştır.

“Bilimsel düşünce” gerçeği anlamada en aydınlık yoldur, ancak insan tüm gerçekleri ihtiyaçları ve tecrübesi doğrultusunda yorumlamaya yatkın bir yapıya sahiptir. Yanılgı bilimsel düşünceden değil, çok da insanca bir yaklaşım olan “yorumdan” doğar. Ancak, insanı özgür kılan ve belki de insanı insan yapan en önemli unsur da “yorumdur”.


Dr. Koray Karabekiroğlu


En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir... Türkçe Anasayfa English Home Page
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz. Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.

Çocuk ve Hayat üzerine her şey için tıklayın

Web sitesi: Koray Karabekiroglu