Anksiyete nedir, ergenlerde aşırı kaygı ne tür belirtilerle kendini gösterir?
Geniş anlamda, anksiyete ya da diğer bir deyişle aşırı kaygı, tehlike beklentisi ile birlikte olan duygusal huzursuzluk olarak tanımlanabilir. Ergenlik dönemi sırasında aşırı kaygı yaşamak yaygındır ve çoğu ergen için bu kaygı hisleri geçici ve zararsızdır. Belirli bir düzeydeki kaygı türün devamı için gereklidir. Kaygı bozukluğu yaşayan çoğu ergen ve ailesi böyle bir bozukluk yaşandığından farkında bile değillerdir. Oysa, sıklıkla kaygı bozuklukları benlik algısında düşme, sosyal ortamlardan uzak durma, sosyal işlevlerde yetersizlik ve akadamik başarısızlıklarla birliktedir. Kaygı bozukluğunda uzun zaman kaygılı olunduğu için zaman içinde depresif belirtiler, madde kötüye kullanımı ve intihar düşünceleri gelişebilir. Çocuklarda ve ergenlerde sıklıkla baş ağrısı, karın ağrısı ve irritabl bağırsak sendromu (psikolojik nedenlerle tetiklenen ani ishal, tuvalete gitme isteğinin olması, vb. belirtilerle giden bir hastalık) gibi fiziksel belirtiler görülür. Sinirlilik, alınganlık, performans gerektiren işlevlerden kaçınma, sağlık durumu ile aşırı meşguliyet, güven verici bireylere bağlılıkta artış, sık sık onay ve güven arayışı gibi belirtiler de ergenlerde artan kaygı düzeyini yansıtabilir.
Öte yandan, kan şekerinin düşmesi, böbrek üstü bezinden kaynaklanan hastalıklar (ör, feokromostoma), kalple ilgili nedenler, tiroid bezinin yüksek düzeyde işlev yapması, epilepsi, migren, aşırı düzeyde uyarıcı madde alımı (ör, çay, kahve) kaygı bozukluklarına benzer belirtilerin yaşanmasına yol açabilir. Kalp çarpıntısı, aşırı terleme, iç sıkıntısı, nefes alamama hissi gibi belirtiler bunlardan bazıları olarak sayılabilir. Çocuk ve ergenlerin kendi kaygı ve korkularını yoğun olarak tanımlamaları ve “sıkıntıda” olduklarını bildirmeleri güçtür. Çocuk ve ergenler belirtileri yetişkinlerden farklı bir şekilde gösterebilirler (örneğin, ağlama, sinirlilik, öfke nöbetleri, somatik belirtiler).
Erişkin yaşlarda görülebilen tüm kaygı bozuklukları ergenlerde de görülebilir. Bunlar arasında yaygın anksiyete bozukluğu (YAB), sosyal anksiyete bozukluğu (SAB), panik bozukluğu (PB), özgül fobiler, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) sayılabilir. Obsesif kompulsif bozukluk (takıntı bozukluğu) da bazı psikiyatrik sınıflandırma sistemlerinde kaygı bozuklukları arasında yer alır. Kaygı bozuklukları çocuk ve ergenlerde en sık görülen psikiyatrik bozukluklar arasında yer alırlar. Toplum genelinde yapılan çalışmalarda çocuk ve ergenlerin %5-18’inde en az bir kaygı bozukluğuna rastlanır. Kızlarda bir miktara daha sık görülür (Vasey & Ollendick, 2000). Yaş ilerledikçe kız/erkek görülme oranı artış gösterir. Ergenlerde en sık özgül fobiler, ayrılık anksiyetesi bozukluğu ve yaygın anksiyete bozukluğu görülür. Klinik çalışmalarda kız/erkek oranı eşit gibidir. Ayrılık anksiyetesi bozukluğu diğer kaygı bozukluklarından daha erken başlangıçlıdır. Ayrıca küçük çocuklarda büyüklere göre, daha farklı ve fazla belirtiler bulunur. Tersine büyük çocuklarda, küçüklere göre, yaygın anksiyete bozukluğu daha fazladır.
Üzgünlük, değersizlik düşünceleri, aşırı kaygılar gibi pek çok depresyon ve kaygı bozukluğu belirtisi birarada bulunma eğilimi gösterdiğinden çoğu zaman duygudurum bozuklukları ile kaygı bozukluklarını birbirinden ayırmak zor olmaktadır. Biyolojik oluşum mekanizması ve tedavi yaklaşımları da benzerdir.
Ergenlerde aşırı kaygılar neden ve nasıl ortaya çıkar?
Korku (net bir korku nesnesi ya da durumu varlığında ortaya çıkan) ve kaygı (hayal edilen bir korku nesnesi ya da durumu söz konusu olduğunda ortaya çıkan) temel olarak yaşamsal ve koruyucu duygulardır. Bazı bireylerde ise korku ya da kaygı yaratan alarm tepkisi daha hassastır. Bu durumu hassas alarmı olan arabalara benzetebiliriz. Gerçekte arabanın güvenliği için tasarlanmış olan bu alarm sistemi gereğinden daha fazla hassas olduğunda gereksiz yerlerde ve zamanlarda devreye girerek, rahatsız edici bir boyuta ulaşabilir. Fiziksel gerginlik hissi, kalp çarpıntısı, terleme, sık nefes alma ve benzeri kaygı belirtileri otomatik olarak ortaya çıktığında kişiyi çok rahatsız edebilir. Öte yandan bu belirtiler ve bu belirtilerin ortaya çıkacağına dair yaşanan beklenti kaygısı kişiyi pek çok aktiviteden uzak tutmaya yönlendirebilir. Korku ya da aşırı kaygı durumlarında yaşanan fiziksel belirtiler temel olarak amigdala diye adlandırılan beyin bölgesinden kontrol edilir. Korku nesnesi ya da imgesi amigdalaya hızlı ve otomatik bir şekilde bilgiyi ulaştırır. Amigdala bu girdiye uygun bir yanıt oluşturmak üzere çok sayıda alana çıktı gönderir. Gönderilen bu çıktılar kaygı durumlarında yaşanan fiziksel belirtileri ortaya çıkarır. Korkuya eşlik eden fiziksel belirtiler şunlardır:
Nefes darlığı
Solunum hızında artma
Terleme
Kesik kesik nefes alma
Titreme
Aniden sinirlenme
Kalp hızında artma
Baş ağrısı
El ayak soğukluğu
Sürekli yorgunluk
Boyun kaslarında gerginlik
Aşırı tepki verme
İshal yada kabızlık vs.
Klinik olarak korku, fobilere eş değerdir, duygusal alarm sistemini harekete geçirerek bireyin iyilik halinin devamını sağlamayı hedefler. Aynı zamanda korku sırasında görülen fiziksel belirtiler panik atak sırasında yaşanan belirtilerle hemen hemen eştir. Kaygı bozuklukları ise, öğrenme ve hafızayı içeren beyin yolaklarında var olan işlevsel bir bozukluk nedeniyle, tehditle bağlantısı olan bir uyaranın normal olmayan bir şekilde işlenmesi sonucu oluşur. Korku, kaçma, kaçınma davranışı veya panik benzeri cevaplar tüm memeli türlerinde ortaktır. Bir kemirgenin daha önce korku uyandıran bir uyaranla karşılaştığı kafese girmekten kaçınması ile fobisi bir hastanın daha önce panik atak yaşadığı köprüden tekrar geçmek istememesi benzerdir. Daha önce elektrik şokuyla eşleştirilmiş sesi duyan kemirgenin kalp atım hızı ve kan basıncının artışı, solunumunun hızlanması, steroid hormonlarının salınımı; korku veya panik atakta görülen fiziksel belirtilere benzemektedir. Korku duyulan nesne ya da durumla karşılaşıldığında verilen tepki temel olarak iki mekanizma ile olur:
1. Ani ve otomatik tepki (Koşullu yanıt)
2. Daha yavaş ve uygun yanıt (Bağlamsal yanıt)
Öğrenme sürecinde de rol alan koşullanma mekanizması kaygıların oluşumunda ve sürmesinde de etkili olabilir. Kuşullanmanın temel olarak üç türünden söz edilebilir:
1. Klasik koşullanma: Tekrarlayıcı bir şekilde bir uyaranın arkasından ikinci bir uyaran verildiğinde, zaman içinde ilk uyaranla karşılaşıldığında ikinci uyaran beklentisi artar. İkinci uyaran ortaya çıkmasa bile sanki gerçekleşmiş gibi fiziksel ve zihinsel tepkiler oluşabilir. Amigdala bu işlevde kilit bir role sahiptir.
2. Edimsel koşullanma: Edimsel koşullanma bir uyaran ya da durumun sonuçlarına bağlı olarak (ödül veya ceza getirmesi gibi) o uyarana yönelmeyi ya da o uyaranı durdurmayı destekleyen yaklaşımlara yönelmektir. Beyin kabuğu ve ödül sistemleri bu koşullanma sürecinde aktif rol alır.
3. Bağlamsal koşullanma: Yeni gelen bilginin değerlendirilmesi sırasında o bilgi ile ilişkili yer ve zamana ait bilgiler de belleğe alınır. Daha sonra o bağlamda yer alan unsurlar o bilgiyi hatırlatıcı nitelik kazanır. Beyin kabuğu ve hipokampus bu koşullanmada kilit role sahiptir.
Korku ve kaygı oluşumunda etkili kimyasal maddeler arasında glikokortikoidler, epinefrin ve norepinefrin; panik atak oluşumunda etkili maddeler arasında da norepinefrin, serotonin ve GABA sayılabilir. Ani tehlike sırasında merkezi sinir sisteminde temel olarak lokus sereleustan epinefrin ve norepinefrin salgılanır. Bu maddeler vücudun ‘savaş veya kaç’ yanıtının verilmesini sağlarlar. Benzodiazepinler, trisiklik antidepresanlar ve klonidin gibi kaygı giderici ilaçlar, lokus seruleus hücrelerinin aktivitesini azaltırlar.
Uzun süreli stres durumlarında da kanda kortizol düzeyleri artar ve bu artış orta beyinde yer alan hipotalamustan salınan kortikotropin salgılatıcı hormon (CRH) üretimini baskılar. Kronik stres durumlarında bu düzenleme bozulur. Yüksek düzey CRH beynin pekçok bölgesi için toksik etki yapar ve özellikle öğrenme süreçlerini bozar. Güvensiz bağlanmanın oluşmasını tetikler. Bu tür bir gelişim süreci yaşayan çocuklarda korku ya da kaygı uyaran nesne ve durumlara karşı duyarsızlık, içe kapanıklık, sosyal öğrenme sorunları görülebilir. Biyolojik etkenlere ek olarak öğrenme süreçleri, aile içi etkileşim gibi pek çok çevresel etken de anksiyete bozukluklarının alevlenmesinde rol alabilir. Ayrıca, beyin hücreleri arasında iletişimi sağlayan maddelerden biri olan serotoninin lokus seruleus üzerinde baskılayıcı etkisi bulunmaktadır. Panik bozukluğu hastalarında serotoninin sentezinde bozulma ve hücreler arası alanda serotonin miktarında azalma olmaktadır. Bu nedenle tedavide kullanılan seçici serotonin gerialım engelleyicilerinin (SSRI) kaygı giderici etkileri bulunmaktadır.
Ergenlerde yaygın anksiyete bozukluğu hakkında neler söylenebilir?
Yaygın anksiyete bozukluğu, yoğun ve kontrol edilemeyen kaygının görüldüğü ve bu kaygılı halin uzun süre devam ettiği bir bozukluktur. Tolumda görülme sıklığı %2-5 arasında değişmektedir. Genellikle kaygı bir alana sınırlı değildir. Bu bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde tipik olarak gözlenen kaygılar, “yeterlilik”, “onay görme” kaygılarıdır. Gelecek ile ilgili olaylar, yeni ya da tanıdık olmayan ortamlar diğer kaygı nedenleridir. Bir işi zamanında yerine getirmeyle ilgili kaygılar görülebilir. Bu çocuklar genellikle toplum kurallarına uyan ve mükemmeliyetçi çocuklardır. Yetişkinler tarafından inatçı ya da katı (esnek olmayan) olarak tanımlanabilirler. Yaygın anksiyete bozukluğu olan çocuk ve ergenlerin kaygılarının sıklıkla başkaları tarafından yatıştırılması gerekir. Ancak bu durum kaygının azalmasında kısa süreli etkili olur. Baş ağrısı, karın ağrısı ve uyku güçlükleri gibi bedensel belirtilere sık rastlanır. Genel olarak, özellikle hastaların önemli bir olaydan önce gerginlik yaşadıkları, sinirli
ve heyecanlı oldukları bildirilir. Özelikle çocuklarda kaygı ne kadar fazla ise sinirlilik de o kadar fazladır.
Yaygın, dirençli, yüzer gezer anksiyete kavramını modern anlamda ilk kez 1894 yılında Sigmund Freud kullanmıştır (Berksun ve Şentürk, 2008). İlk bakışta saptanabilir kaynağı ve nedeni olmayan, günlük yaşamda karşılaşılan streslerle orantısız bir biçimde yaşanan, dirençli ve yaygın bir sıkıntı, endişe ve kaygı duygusu vardır (Berksun ve Şentürk, 2008). Panik bozukluğu ve depresyon gibi boukluklarda görülen benzer biyopsikososyal etkenler bu bozukluk için de söz konusudur. Çoğu zaman depresyon ya da panik bozukluğu geliştiren bireylerin daha öncesinde yaygın anksiyete bozukluğu belirtileri taşıdıkları görülür. Öte tandan, “olumsuz beklenti içinde olma” yaygın anksiyete bozukluğunun temel belirtisi olarak kabul edilebilir. Olumsuz yaşam olayları bu tür bir öğrenme ve koşullanma sürecinde önemli roller taşıyabilir.
Yaygın anksiyete bozukluğu tıbbi hastalıklardan ayırt edilmelidir. Öykü ve fizik muayene ile mide barsak sistemi sorunları, tiroid bezinin aşırı düzeyde çalışması, böbrek üstü bezinin bir tümörü olan feokromostoma, kan şekeri ile ilgili bozukluklar dışlanmalı, gerekirse ileri tetkiklere gidilmelidir. Özellikle ergenlerde aşırı kafein kullanımı ya da diğer uyarıcı maddelerin kullanımı sorgulanmalıdır. Birçok olguda bilişsel davranışçı terapilerle birlikte ilaç tedavilerinin kullanımı tedavi edici olmaktadır. Tedavi depresyon ve panik bozukluğunda uygulanan tedavilere benzerdir. Her üç bozuklukta da benzer psikiyatrik ilaçlar ve psikoterapi yaklaşımları uygulanabilir.
Kaygılarla ilişkili sık görülen bilişsel hatalar
“Ya hep ya da hiç” düşüncesi: Olaylara ve durumlara ak ya da kara gözüyle bakma, aradaki gri alanları görmeme (“Eğer mükemmeliğimden bir şey kaybedersem tümüyle başarısız olurum.”)
Aşırı genelleme: Tek olumsuz deneyimi genelleyerek hep kötü olacakmış gibi düşünme (“İşe alınmadım. Hiç iş bulamayacağım.”)
Zihinsel filtreleme: Olumlu yanları filtreleyerek olumsuz yanlara odaklanma, bardağın boş tarafını görme
Olumluyu küçümseme: Olumlu olayları hafife alma (“Çok güzel goller attık, ama karşıdaki takım zaten çok kötüydü.”)
Hemen sonuca gitme: Yeterli kanıt olmasa da hemen olumsuz yargıya varma (bir tür beyin okuma, falcılık yapma)
Felaketleştirme: En kötü senaryonun gerçekleşeceğine inanma (“MR’de bir lezyon olabilir dediler, sanırım kanser oldum!”)
Duygulardan sonuç çıkarma: Duygulardan, sezgilerden yola çıkarak gerçeği ona göre değerlendirme (“İçimde bir korku var, sanırım anneme kötü birşey oldu.”)
“-meli, -malı”laştırma: Kendine “yapılmalı” ve “yapılmamalı” şeklinde katı kurallar koyma. (“Birisi hakkında asla kötü düşünmemeliyim.”, “İyi bir insan mutlaka fakirlere yardım etmelidir.”)
Etiketleme: Kendini yanlışların ya da kusurlu gördüğün yanlarınla etiketleme (“Ben bir aptalım.”, “Şişkonun tekiyim.”, “Zaten beni kimse sevmiyor.”)
Kişiselleştirme: Kendisi dışındaki durumların sorumluluğunu da kendi üzerinde hissetme (“Oğlumu o gün okuldan ben alsaydım, kaza yapmayacaktı.”)
Büyüsel düşünme: Mantıklı bir neden sonuç ilişkisi olmamasına karşın ilişki varmışçasına davranma (“Eğer o gün traş olmazsam mutlaka başıma kötü bir olay geliyor.”)
Kaygıyla mücadele etmenin etkin yöntemleri arasında şunlar sayılabilir:
Gevşeme yöntemlerini iyi bilmek: Çoğumuz gevşemek için aslında pek de işe yaramayan yöntemleri kullanırız. Örneğin, televizyon seyretmek ya da iki kadeh içmek kısa süre rahatlatıcı olsa da sonrasında daha da yorgun hissetmemize yol açabilir. Masaj, yoga, banyo gibi yöntemler gevşemede etkin olabilirler.
Yeterince iyi uyumalı, düzenli spor yapmalı ve doğru beslenmeliyiz: Kalitesiz ve düzensiz bir uyku alışkanlığı, zinde olmayan bir beden ve bilişsel dinamizmi olumsuz etkileyen yanlış beslenme alışkanlıkları kaygı bozuklukları için de zemin oluşturur. Düzenli yapılan egzersiz bedenimizi kontrolümüz altında hissetmemizi sağlayarak, aşırı kaygının bedensel belirtilerini azaltmada yardımcı olur.
Sosyal ilişkilere özen göstermeliyiz: Pek çok şeye zorunda kaldığımızda zaman bulduğumuz gibi, arkadaşlar ve dostlarımızla da düzenli olarak görüşmeye, birlikte vakit geçirmeye ve serbestçe konuşma fırsatları yaratmaya özen göstermeliyiz. Zaman zaman telefon defterini açıp bir arkadaşımızı aramak, komşumuza ziyarete gitmek bizi rahatlatır.
Doğadan kopmamalı. Yeşil ve mavi kaygıları oldukça azaltan renklerdir. Çoğumuz şehir ortamında grinin tonları dışındaki renkleri göremiyoruz. Doğadaki seslerden, kokulardan, tatlardan uzak kaldıkça stres faktörleri ile başa çıkma enerjimiz de azalıyor.
Zihinsel olarak meşguliyetler bulmalı. Bulmaca çözmek, bir kitap okumak, dergi karıştırmak gibi aktiviteler zihnimizi olumlu yönde meşgul ederek kaygıları azaltabilir. Öte yandan, entellektüel düzeyimiz arttıkça olaylara ve durumlara daha farklı açılardan da bakma şansı yakalarız ve böylelikle bilişsel çarpıtmalarımızın daha fazla farkına varabiliriz.
En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir...
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez
veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz.
Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.