İnsan doğumla birlikte sosyal bir çevreye doğar ve sosyal çevrenin varlığında varlığını sürdürebilir. Sosyal çevreyle ilişki yaşam boyu sürer ve her aşamada çocuğun gereksinimleri ile toplumun çocuktan beklentileri değişir. Erikson'a göre "eğer her şey çocukluk dönemiyle açıklanırsa, o zaman her şey bir başkasının kusuru olarak değerlendirilir ve insanın kendi sorumluluğunu üstlenme gücüne duyulan güvende azımsanmış olur!". Erikson bireyin cinsel gelişimi yerine onun sosyal gelişimini ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle onun kuramı psikososyal kuram adını alır. Erikson’un Freud’dan bir diğer farkı gelişim sürecinin ömür boyu sürdüğünü ileri sürmesidir. Çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi, duygusal, hareketsel ve bilişsel gelişimine paralel olarak oluşur ve değişik aşamalardan geçerek onun topluma girmesini hazırlar. Her evrede benlik, belli bir takım gelişmeleri tamamlamakta; sorunları çözmekte ve evreye özgü bir psikososyal bunalımı atlatmaktadır Erikson gelişimi 8 evreye ayırmıştır:
1. Evre: Temel Güven-Güvensizlik (0-1,5 yaş)
2. Evre: Özerklik-Utanç ve Şüphe (1,5-3 yaş)
3. Evre: Girişim-Suçluluk Duygusu (3-5 yaş)
4. Evre: Üreticilik-Aşağılık Duygusu (6-12 yaş)
5. Evre: Kimlik-Kimlik Karmaşası (12-20 yaş)
6. Evre: Yakınlık–Yalnızlık (20-40 yaş)
7. Evre: Üreticilik–Verimsizlik (40-60 yaş)
8. Evre: Benlik Kaynaşımı-Çökkünlük ve Bezginlik (60 yaş ve üstü)
1.Evre: Temel Güven-Güvensizlik (Oral Evre, Duyusal-Motor Evre, 0–1,5 yaş)
Bebekte toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri beslenme, uyku, sindirim gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur. Bu dönemde bebek tümden alıcıdır. Dışarıdan verilecek besinler, uyaranlar ve uygun bakım olmazsa yaşamını sürdüremez. Bu ‘alıcı’ yapıya karşı annenin ‘verici’ oluşu karşılıklı bir düzen ve denge sağlamaktadır. Çocuğun rahatlığı ya da tedirginliği, çevresinde kişilerin bulunup bulunmamasına, gereksinimlerinin karşılanıp karşılanmamasına bağlıdır. Alıcı organizma verici bir varlık sayesinde, zaman içinde yalnız biyolojik bir almayı değil, toplumsal bir anlamı olan alıp vermeyi de öğrenir. Düzenli alma–verme ilişkisi bebeğin zihninde annenin sürekliliğini sağlar. Karşılıklı etkileşim bu iki organizmanın bütünleşmesindeki temel öğeler süreklilik, tutarlılık ve aynılıktır. Yaşamın ilk yılı içindeki bebek, gereksinimden doğan gerginlik, doyumun gecikmesi ve doygunluğa ulaşması döngüsünü tekrar tekrar yaşayıp bu döngüye uyum sağladıkça, zaman da yaşamın bir boyutu olarak bebeğin dünyasına girmeye başlar. İlişkide süreklilik vardır, sık sık değişmemektedir.
Sürekliliği, tutarlılığı ve aynılığı olan kişiler bebeğin ruhsal yapısını içselleştirmişlerdir. Anne-çocuk ilişkisinde ki bu süreklilik, tutarlılık ve aynılık çocukta temel güven duygusunun özünü oluşturur. Bu duygu bir yandan çevresinin güvenini yansıttığı gibi, bir yandan da kendi benliğinin süreklilik ve aynılık taşıyan, bakılmaya değer bir varlık olduğunu gösterir. Yani hem çevre, hem kendi varlığı güvenilir durumdadır. Anneyle ilişkiye olan güven böylece doyumun geleceğine güvenme biçimini alacak, bu da kendisine bir umut niteliği yükleyecektir. Beklemenin doyum getireceğine güven duyulmayan durumlardaysa güvensizlik duygusu gelişecektir.
Bu evreden çıkarılan temel güç olan umut, güven ve güvensizlik arasındaki bu çatışmadan doğar. Umut, şimdi değilse bile gelecekte gereksinimlerin karşılanacağına, isteklerin yerine getirileceğine ve doyumun sağlanacağına inanmaktır. Böylelikle, yaşanan anın getirdiği güvensizlik duygusuyla başetmek kolaylaşır, gelecekten iyi şeyler beklemek olanaklı olabilir. Bu evredeki çocuk sanki kendi varlığını kendisine verilenlerle eş tutmaktadır. "Ben bana verilenim" (I am what I am given). Bu dönemin tehlikesi çocuğun temel güven duygusunu yeterince kazanamayışıdır. Böyle bir durumun örnekleri özellikle aile ortamında büyüme olanağı bulamayan çocuklarda görülür. Aşırı doyum ya da yoksunluk; aşırı iyimserlik, narsisizm, kötümserlik, isteyicilik gibi özelliklerin ortaya çıkmasına ve kişilikte belirgin olmasına yol açar. Çocuğa çok iyi bakım veren, fakat bakıcılarda süreklilik ve aynılık bulunmayan çocuk yuvalarında en önemli sorun genellikle temel güven duygusunun yeterince gelişmemesi olmaktadır. Bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği, bebeğe verilen besinlerin ya da sevgi gösterilerinin niceliğine değil daha çok anne–çocuk ilişkisinin niteliğine bağlıdır. Erikson, tanrıya inancın kaynağında temel güven duygusunun bulunduğunu ileri sürmüştür.
2.Evre: Özerklik-Utanç ve Şüphe (Anal Dönem, İşlem Öncesi Dönem, 1,5–3 yaş)
Bir yaşın sonuna doğru çocuğun kas ve hareket dengesi hızla gelişir. Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek; yatay ve bağımlı oluştan, dikey ve hareketli, özerk varoluşcu geçişin ilk adımıdır. Hareket dizgesinin gelişmesinin yanında, çocukta işeme ve dışkılama görevini gören büzgeç kaslar da olgunlaşmaktadır. Büzgeç kasların olgunlaşması işeme ve dışkılamanın isteğe bağlı olarak yapılması demektir. Yani çocuk isterse tutabilir ya da yapabilir. Böylece birbirine karşıt iki istek, iki eğilim ortaya çıkar.
Çocuk birbirine karşıt iki eğilim ve istek arasında seçim yapabilme durumuna girmiştir. Bu durum insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek, yapmak ya da yapmamak. İşte özerklik duygusu, birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında seçim yapabilme gücüdür. İşeme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme, giderek toplumsal anlam taşıyan birçok davranış örüntülerine de geçer ve genelleşir. Çocuk, iki tür toplumsal işlev-örüntü ile denemeler yapar; tutmak, bırakmak. Dışarıdan yapılacak denetim ve öğretiler, çocuğun seçim yapabilme yetisini aşırı uçlara götürmeyecek biçimde güven verici olmalıdır. Yoksa yapılan seçim inatçı bir tutma ya da istenilmeyen yer ve zamanda öfkeyle bırakmaya yol açabilir. Bu evrede anne-babanın kesin ve tutarlı davranışları çocuğun seçim yapma yetisini, özerkliğini zedelememelidir. Çocuk içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre bir şeyleri yapmayı ya da tutmayı öğrenirken, ağır utandırmalar ve cezalarla karşılaşırsa utanç ve kuşkuculuk duyguları yerleşir. Gerek tuvalet eğitimi, gerekse başka alanlarda kendi iradesini annesinin iradesinin önüne geçirme denemeleri yapan çocuk, özellikle kendi bireyselliğini algıladığı bu duyarlı anlarda yoğun utanç duygusunun altında kalır ya da bırakılırsa, özerklik denemelerinden kaçınmak zorunda kalacaktır.
Bu dönemden çıkarılan kimlik duygusu "Özgür irademle isteyebildiğim neyse, ben oyum (I am what I can will freely)" olacaktır. Düzenlilik, inatçılık, bencillik, tutumluluk, cimrilik bu döneme ait kişilik özellikleridir. Anal özelliklere karşı savunmalar yeterli olmazsa ambivalans, düzensizlik, kirlilik, öfke, meydan okuma ve sadomazokistik eğilimler ortaya çıkar. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde aşılması ile bireysel özerklik yani kendinden emin olma duygusu kazanılır. Suçluluk duymadan karar verme ve işbirliği yapma yetisi kazanılır. Ambivalans yaşanmaz. Bu evredeki tehlike utanç ve kuşkuculuk duygularının aşırı gelişmesidir. Özerklik duygusu bireyin yalnızca ayrımlaşmış bir varlık olduğunu algılaması değildir. Aynı zamanda karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi, benlik saygısını yitirmeden utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir.
3. Evre: Girişim-Suçluluk Duygusu (Fallik Dönem, somut işlemler dönemi başlangıcı, 3-5 yaş)
Bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken, cinsel organlara yönelik ilgileri de artmıştır. Çocuğun hareket becerisi ve zihinsel güçlerinin artışına bağlı olarak, eylem alanı, istek ve emelleri de genişlemektedir. Çocuk, düşüncede ve eylemde cinsel konulara, bilinmeyen şeyleri öğrenmeye, çevresinin çapını genişletmeye yönelmiştir.
Cinsel ayrılıkları tanıması, bu ayrılıklarla ilgili bilmediği birçok şeyleri de öğrenmek isteğini kamçılar. Artık anne, yalnızca çocukta bakım veren en yakın kişi değil, aynı zamanda karşı cinsten anlamı olan bir kişidir. Bu evre Oidipus çatışmasının, iğdişlik korkusunun ve yasak-sevi (ensest) kuralının algılandığı, kavranıldığı dönemdir. Çocuğun cinselliği artık yeni bir boyut kazanmıştır. Bu dönemin üstesinden gelmek için çocukluk cinselliği artık bırakılmalı; yavaş yavaş ana ya da baba olma sürecine girilmelidir. Ana ya da baba ile özdeşim yaparak çocuk benliği gelişir, üst benlik oluşmaya başlar. Çocuk içinde bulunduğu toplumun rollerine, işlevlerine, kurallarına göre davranmaya yönelir. Çocuğun psikososyal gelişiminin bu evresinde, cinsel konulara dalması, bitmek bilmez bir öğrenme merakının ortaya çıkması, anne ya da babanın yerine geçmeye özenmesi ve bu doğrultuda emeller beslemesi girişim duygusunun öncüleridir. Girişim her eylemin zorunlu bir parçasıdır. İnsanoğlunun her öğrenmesinde, her eyleminde en önemli başlatıcı öğedir.
Bu evrede oluşan temel, toplumsal işlev-örüntü ‘becermedir’. Erikson, bu sözcükte saldırma ve elde etmenin sağladığı bir doyum olduğunu söyler. Bu evrede yaşanılan psikososyal bunalımın, çocuğu ağır suçluluk duygularına sürüklememesi gerekir. Çocuksu eylemleri, atılmaları, soru sormaları ve cinsel ilgileri yüzünden sık sık korkutulan, ceza gören çocukta giderek ağır suçluluk duyguları doğuran bir üst benlik oluşur. Bireyin girişim ve becerme gücü ceza korkusu ve suçluluk duygusu ile kısıtlanır. Çocukluktaki anne-baba ya da çevre korkutmaları ve cezaları artık bireyin üst benliğince yürütülmektedir. Bu tür girişim kısıtlaması ve suçluluk duyguları kişinin edilgen, ürkek ve bağımlı kalmasına yol açar.
Erikson’un kuramı ergenlikle ilgili neleri içerir?
Erikson’un psikososyal kuramı ergenlik döneminde kimlik-kimlik karmaşası ikilemine odaklanır. Erikson kimliği genetik yapılanma temelinde gelişen ve kültürel çevre ile etkileşerek deneyimlerle şekillenen bir yapı olarak tanımlamıştır. Kimlik hem bilinçli hem de bilinçdışı bölümlere sahiptir ve bu bölümler bir süreklilik ve bütünlük içindedir. Kimlik gelişimi erken çocukluk döneminden itibaren başlar. Temel bakım vericilerin (özellikle anne ve babanın) belirli özellikleri içselleştirilir (introjeksiyon) ve bu özelliklerle özdeşim kurulur (identifikasyon). Özellikle ergenlik döneminde içselleştirme ve özdeşimler hız kazanır ve yeniden şekillenir. Büyük bir bölümü ergenlikte şekillenen kimliğin gelişimi yaşam boyu sürer (Nicolson ve Ayers, 2004).
Erikson insan gelişiminin epigenetik (çevresel etkilerle zaman içinde değişim gösteren genetik özellikler) ilkelerine uygun olarak temel bir yapı üzerinde şekillendiğini ve zaman içinde üst üste binen parçaların bir bütün oluşturduğunu savunur. Ergenlik öncesi dönemlerdeki çatışmalar belirli bir çözüm aşamasına gelmezse bu çatışmalar ergenlik dönemine de yansır ve sağlıklı bir kimlik oluşumunu engeller. Ona göre her gelişim evresinde olumlu özelliklerin karşıtlarına da (örneğin, girişime karşı suçluluk duygusu) ihtiyaç vardır ve bu çatışmanın varlığı gelişimi ve uyumu gerçekleştirir. Ergenlikte ön plana çıkan kimlik karmaşası öğeleri aslında hiçbir zaman tümüyle çözümlenmez. Hayatın ilerki aşamalarında değişen rollere ve deneyimlere, gelişen yeni ihtiyaçlara ve ortama göre kimliğin yeni boyutlar kazanması için itici güç olur.
Erikson’a göre ergenin şu soruları kendisine sorması gerekir:
“Beni ben yapan şeyler nelerdir?”
“Ben nereden geldim ve nereye gidiyorum?”
“Ben kimim?”
“Ne olmak istiyorum?”
Temel hedef geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek tasarımlarının bütünleşmesidir. Kimlik aynı zamanda diğer önemli kişilerle (akranlar ve rol modelleriyle) karşılıklı bir pazarlığın ürünüdür. Ergenlik döneminde kimlik gelişimi yetersiz olarak gerçekleşirse psikolojik sorunların gelişimi kaçınılmaz olur. Özellikle kendine güven sorunları, utangaçlık, şüphecilik, suçluluk duyguları ve aşağılık duyguları kimlik gelişim sorunlarının göstergeleri olabilir.
Öte yandan, Erikson’a göre ergenlik döneminde yaşanan aşklar ve yakın ilişkiler temel olarak kimlik ve kendilik kavramlarının test edilmesine ve gerekli revizyonların yapılmasına hizmet eder. Kimlik gelişim sürecinde ergen bir taraftan da mesleki hedeflerini de belirler. Önceleri ulaşılması güç hedefler ortaya koyabilir. Özellikle nitelikleri çok belirgin modeller, kahramanlar, starlar birer özdeşim figürü, idol olabilir. Örneğin, aykırı davranışlar edinen, asi tavırlı, popüler rock yıldızları ergenliğin ilk dönemlerinde bir taraftan da ebeveynlerine karşı özerklik mücadelesi içindeki ergenin dikkatini kolaylıkla çekerler. İsyankarlık, ebeveynlerle bir ölçüde ters düşme özerklik ve dolayısıyla kimlik gelişimi için gerekli olabilir.
Erikson (1959) kimlik oluşum sürecinde dört farklı gelişim örüntüsü görülebileceğini belirtir (Nurmi, 2004):
1. Kimlik difüzyonu (kimlik gelişim krizi ya da kimlik bütünleşmesi görülmez),
3. Erken kapanma (foreclosure: gözlenen bir kriz olmamasına karşın bütünleşme gerçekleşir),
4. Kimlik gelişimi (öncesinde bir kriz vardır ve çözümlenerek kimlik bütünleşmesi gerçekleşir).
Dr. Koray Karabekiroğlu
En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir...
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez
veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz.
Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.