Günlük hayatta çok sık yaşadığımız öfke, sevinç, üzüntü, kaygı, tiksinme vb. durumlar duygulara örnek olarak verilebilir. Duygular davranışlarımızı motive eder ve diğer insanlarla ve çevremizle etkileşim kurma şeklimizi etkiler. Hayat deneyimlerine anlam katan duygulardır. Düşünce ve davranışlarımıza rehber olarak, duygular düzenleyici bir görev üstlenir. Yani uyuma yönelik davranış şekillerini kazanmamızı sağlar (Dodge & Garber, 1991). İnsanların duygularını nasıl yaşadığı ve nasıl ifade ettiği ve diğer insanlarla nasıl etkileşim kurduğu bireysel farlılıklar gösterir. Hemen her insan da farklı duruma ve altta yatan duyguduruma bağlı olarak farklı davranışlar gösterir. Ama bir kişi ağırlıklı olarak içe kapanık ise, insanlardan kaçınıyorsa ve öğrenmeye merakı yoksa, bu durum gelişimini ve uyumunu etkileyebilir. Benzer şekilde, öfkeli, yıkıcı ve aşırı agresif bir kişi, diğer insanlarla uygun ilişki kurmakta ve günlük davranışlarını ayarlamakta güçlük çekecektir (DeGangi, 2000).
Aslında temelde 2 tür duygu vardır: (1) olumlu duygu, (2) olumsuz duygu. Bireyin yaşamını sürdürmeyi destekleyeceği, bireye yarar getireceği (örn. beslenme) öngörülen her durumda olumlu duygu; bireyin yaşamını tehdit edeceği, bireye zarar getireceği (örn. sosyal olarak dışlanma) öngörülen her durumda da olumsuz duygu baskındır. Bebek anne karnına düştüğü günden itibaren duyular tarafından algılanan hemen her türlü bilgi (koku, ses, şekil vb.) ardından gelen olumlu ya da olumsuz sonuca göre “olumlu” ya da “olumsuz” duygular olarak kodlanmaya başlar. Öte yandan, evrimsel süreçte türün genleriyle gelen birtakım bilgiler de duyguların kodlanma biçimine etki eder. Bir uyaranın olumlu ya da olumsuz olmasını değerlendirmek her zaman çok kolay olmaz. Bazı durumlar hem olumlu hem de olumsuz unsurlar taşır. Böylelikle duygularda gökkuşağına benzer bir yelpaze gelişir. Üç temel renkten sonsuz sayıda renk oluştuğu gibi temel duygulardan da sonsuz sayıda duygu oluşur.
Beynin sağ yarımküresi, görsel-uzaysal ve işitsel girdilerin tanınmasında baskındır. Özellikle şu işlevlerde baskın rol alır:
1) Dikkat ve duygu ile eşlenen davranışa aracı olma
2) Yüz tanıma
3) Duygusal ifadeleri ayırt etme
4) Bir duygunun niteliğiyle ilgili yargılama (pozitif veya negatif)
5) Uygunsuz pozitif duygulanımların ifade edilmesini baskılama (patolojik gülme gibi)
Beynin sol yarımküresi ise şu işlevlerde baskın olarak görev alır:
1) Duygusal ifade içeren yüzlerin sözel ifadelerle etiketlenmesi
2) Yüz ifadelerini oluşturan kas hareketlerinin planlaması (gülümseme, diş etlerini gösterme)
3) Negatif duygulanımların ifade edilmesini baskılama (patolojik ağlama)
4) Duygusal olarak yüklü hikayeleri anlama ve hatırlama
Her iki yarımkürenin ortak işlevleri arasında şunlar yer alır:
1) Resimlerdeki mizahi içeriği anlama
2) Duygusal ifade taşıyan yüzleri isimlendirme ve ayırt etme
Gurur duyma, utanma ve benzeri daha karmaşık duygular daha sonra gelişir. Bu daha karmaşık duyguların gelişmesi için öncelikle bebeğin kendinin farkında olma becerilerinin gelişmesi gereklidir. Yaşamın ikinci ve üçüncü yılından itibaren kendinin farkında olmaya başlayan bebek suçluluk duyma, utanma, gurur duyma gibi duyguları da öğrenir (Rosenblum ve Lewis, 2003). Bu yaşlarda kendisi ile öteki ayrımını yapabilme becerisini geliştiren, başkalarının farklı zihinleri ve duyguları olduğunu da fark etmeye başlayan bebek diğerlerinin yüz ifadelerindeki anlamları ve daha karmaşık duyguları da anlamaya, karşısındaki ile empati kurmaya başlar. Örneğin, ağlamanın farklı anlamları da olabileceğini (ör, üzüntüden, sevinçten, gurur duymadan, vb.) keşfeder, başkalarının duygusal ifadelerini gördüğünde kendisinde de benzer duyguların uyandığını görür. Durumlarla duyguları eşleştirerek duyguların karmaşık kombinasyonlarını öğrenir. Okul öncesi yaşlarda duygularını sözlerle de ifade etmeye başlar. Bu yıllarda dışarıdan gözlenen duygu ifadesinin içte yaşanan duygularla her zaman eşleşmeyebileceğini de keşfeder. Belirli ortalarda duygularını ifade etmek yerine, diğerlerine göstermemek gerektiğini, bazı duyguların özel olduğunu öğrenir (Cole, 1986).
Ergenlik öncesi dönemdeki çocuklar temel olarak bağlama (yer ve zamana, ortama) bağımlıdır. Diğer bir deyişle, zamanının önemli bir bölümünde dikkati içinde bulunduğu duruma ve birlikte olduğu insanlara odaklanmıştır. O bağlamda yer almayan ya da gerçek dünyada bulunmayan izafi durumları kurgulamakta, gelecekle ilgili tasarımlar oluşturmakta, mecaz anlamları, metaforları, alegorik anlatımları, analojileri, deyimleri anlamakta zorlanabilir. Okul çağındaki çocuklar tek bir gerçek dünya ve tek bir gerçek anlam olduğunu varsayarken, ergenlikle birlikte olayların ve durumların farklı anlamlar içerebileceği, mutlak gerçeklik yerine farklı gerçeklikler olabileceği düşüncesi gelişir. Ergenlikle birlikte hiperrealizm sona erer ve göreceliliklerle dolu dünyada yepyeni duygular ortaya çıkar (Forguson ve Gopnick, 1988; Rosenblum ve Lewis, 2003). “Mutlak gerçeklik” algısının yerine geçen “görecelilik” genç insanı bir ölçüde tedirgin eder. Çocuklukta öğrenmenin keyfini ve birşeyler biliyor olduğu düşüncesinin yarattığı hazzı kaybetmeye başlar. Bu yeni duruma, belirsizliğin tüm düşünce alanına hakim olmaya başladığı bilişsel dünyaya uyum sağlamakta zorluk çekebilir. Bu zorluk bazı gençleri dogmatik görüşlerin içine çekebilir. Bazılarında ise derin bir boşluk duygusu, anlamsızlık ve depresif duygudurum yaratabilir. Bu durumda yaşanan kaygılar Kartezyen anksiyete olarak adlandırılmıştır (Rosenblum ve Lewis, 2003). Kartezyen anksiyete yalnızlık, izolasyon, bir yere ait olmama hissi ve kayıp duygularını içerir. Bilişsel gelişim bu duygusal dalgaları da beraberinde taşımıştır. Öte yandan, bu duygular kimlik ve kendilik gelişimi sürecinde artan denemeler için bir itici güç olur.
Hemen her bir duygu dıştan (örn. bir koku, ses) ya da içten gelen (örn. karın ağrısı, bir sonraki günkü sınavı hatırlama) uyaranlarla tetiklenir. Duyguların fark edilmesinde bilişsel işlevler rol alır. Diğer bir deyişle, üzüntünün farkına varmak üzüntü duygusunun şiddetini artıracağı gibi, bilinçli bir yaklaşımla bu duygunun şiddeti azaltılabilir. Ayrıca, duyguların bilişsel süreçleri etkilemesi ve aynı zamanda da bilişsel süreçlerin duyguları etkilemesi mümkün olur. Duyguların farkına varabilme ve kontrol etme becerisi günlük yaşama uyum için gereklidir ve birçok modern psikoterapi yaklaşımının çekirdeğini oluşturmaktadır. Evrimsel açıdan bakıldığında duyguların farkında olma insan evrimleşmesindeki en belirgin yeteneklerden biri olarak kabul edilebilir. İnsan bilinçli olarak çeşitli üst düzey bilişsel süreçleri kullanarak duygusal yanıtlarını kontrol edebilme yetisine sahip bir varlıktır. Duygular davranışlarımızı tetikler, diğer insanlarla ve çevremizle etkileşim kurma şeklimizi etkiler. İnsanların duygularını yaşama, ifade etme ve diğer insanlarla etkileşim kurma biçimleri bireysel farklılıklar gösterir.
Duygular genellikle kısa sürelidir ve en fazla birkaç saniye sürer. Duygularla ilişkili yüz ifadelerinin çoğu da kısa sürer. Bir duygu sırasında oluşan fiziksel değişiklik (örn. kan basıncının artması, solunumun hızlanması), duygusal ifadeden uzun sürebilse de genellikle birkaç dakikadan uzun sürmez. Bazen belirli duygular bir saat veya daha fazla sürdüğünde, duygudurum (keyif durumu) haline gelir. Duygudurumların yüz ifadeleri yoktur. Belirli bir duygunun kısa bir süre içinde defalarca ortaya çıkması, biyokimyasal değişiklikler sonucu duygudurumun kalıcı olmasına neden olabilir.
Kişi bir durumla karşılaştığında, duygusal tepkisinin şiddetini ve niteliğini etkileyen bilişsel bir değerlendirme yapar. Benzer durumlarla ilgili daha önceden kazanılmış bilgisine, geçmiş deneyimlerle ilgili hafızasına, çevredeki sinyaller ve ipuçlarını okumadaki algısal becerilerine ve durumu değerlendirmedeki analitik becerilerine dayalı olarak hareket eder. Değerlendirme, sürekli devam eden bir süreçtir ve kişi geçmişteki ve şimdiki deneyimleri düşündükçe, zaman içinde farklı duygusal yanıtlar gösterebilir.
Hemen her türlü temel duygu her kültürde yaşansa da bu duyguların dışa yansıması kültürler arasında farklılık gösterebilir. Örneğin, Batı kültürlerinde erkeklerin ağlaması ve kadınların öfke göstermesi beklenmez. Bazı toplumlarda keyif durumu, dik vücut pozisyonu, gülme, geniş vücut hareketleri ve yüksek sesli bağrışmalarla ifade edilirken bazılarında sadece basit bir gülümsemeyle ifade edilir. Kültürden bağımsız olan evrensel yüz ifadeleri de vardır (Izard, 1971). Evrensel olan bu yüz ifadeleri, “korku”, “şaşkınlık”, “öfke”, “iğrenme”, “sıkıntı” ve “mutluluk” ifadeleridir. “Merak”, “küçümseme” ve “utanma” daha az evrenseldir.
Bazı temel duygular doğuştan gelir ama bebeklikte, sosyalleşme yoluyla sosyal çevreye uyumlu hale gelir. Duygu ifade biçimi hayatın erken döneminde öğrenilir ve 6 aylık döneme kadar bebeğin yüz ifadeleri çok değişkendir (her 7-9 saniyede bir değişir). (Malatesta ve ark., 1989) Anneler olumlu duygusal ifadeleri gülümseme ve bebekleriyle konuşma yoluyla pekiştirirler. Bir duygunun uyandırdığı içsel hisler tamamen bastırılamaz. Örneğin, yüz ifadesi değişimi bastırılsa da bir insanın gerçek hisleri sesinden anlaşılabilir. Örneğin, bir kişi hayatındaki stresli bir olaydan bahsediyor ve bunun artık kendisini üzmediğini söylerken gülüyor olabilir ama sesindeki titremeden gerçek hisleri anlaşılabilir. Ayrıca yüzdeki duygu ifadesini saklamak vücuttakini saklamaktan zordur. Depresif durumdaki bir kişi dik durabilir ama yüzü üzüntüyü sıklıkla ele verecektir (DeGangi, 2000).
Ergenlik döneminde ne tür duygusal değişimler gerçekleşir?
Ergenlik dönemindeki hormonel değişim ile duygusal gelişim arasında da güçlü bir ilişki vardır. Özellikle ergenliğin ilk dönemlerinde çok belirgin hormon düzeyi dalgalanmaları olur ve bu dalgalanmalara duygudurum dalgalanmaları eşlik eder. Özellikle de homonların etkilerine henüz yabancı olan ergen ilk zamanlarda küçük değişimlere de abartılı yanıt verebilir (Rosenblum ve Lewis, 2003). Öte yandan, ergenliğin ilk dönemleri hormonel ve bilişsel değişimlerin yanı sıra çok sayıda psikososyal değişimlerin de gerçekleştiği yıllardır. Özellikle ülkemizde ortağretim kurumları giriş sınavına (OKS) hazırlık önemli bir gündem oluşturur. Okul ve arkadaş çevresinde değişim olması kaçınılmazdır. İlköğretimde okulun en büyük üyeleri iken, liseye geçişle birlikte en küçük bireyler haline gelirler. Bu değişim de beraberinde psikososyal rollerin ve modellerin de değişmesi anlamına gelir.
Hormonel değişimler ve cinsel kimlik kazanımı yolunda karşı cinsle artan yakınlaşmalar ve bunun sonucunda başlayan romantik ilişkiler de önemli bir psikososyal stres ortamı oluşturur. Bu ilk romantik deneyimler bazen gençler için oldukça sancılı geçebilir. Ayrılığa, terk edilmeye, beğenilmemeye hassasiyet oldukça yüksektir. Cinsel eylemi deneme arzusu ve cinsel deneyimlerle ilgili çevre baskısı (ör, arkadaşların cinsel eylemi teşvik etmesi, ebeveynlerin karşı çıkması) önemli bir zihinsel uğraş halini alabilir. Karşı cinsle ilişkiler, kimlik gelişimi ve buna bağlı olarak kendilik değeri ile ilgili uğraşlar özellikle beden algısı üzerine yoğunlaşabilir. Örneğin, ergenlik sivilceleri, burun, cinsel organlar vb. beden parçaları ile meşguliyet artabilir. Bu alanlardaki olumlu ya da olumsuz özellikler de gencin duygudurumunu doğrudan etkileyebilir. Ergenlik her ne kadar hızla başlayan ve gelişen bir süreç gibi görünse de aslında çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olduğundan, aslında belki de net sınırlarla ayrılabilecek bir dönem olmadığından, diğer bir deyişle hayatın bütününde kısa bir parça olduğundan aslında ergenlik öncesi gelişim düzeyi, genetik özellikler ve deneyimler ergenlik dönemi açısından en belirleyici unsurlardır.
Ergenlik dönemindeki duygusal dalgalanmalar ve gelişim düzeyi de önceki dönemlerden etkilenir. Ancak ergenlik döneminde yeni tanıştığı hormonların etkisi ve bilişsel işlev düzeyi beraberinde yeni duyguları da getirmiştir ve bu yeni düzene uyum sağlamak için ergen duygusal gelişimini de sürdürmelidir. Örneğin, şunları öğrenmelidir:
duygularının daha çok farkında olmayı,
farklı duygular arasında ayrım yapabilmeyi,
benzer duygusal ifadeler arasında bireysel ve durumsal farklar olabileceğini görebilmeyi,
duygularını dışa yansıtmamayı becerebilmeyi,
duygusal yükü hafifletmeyi,
duygulardan doğan davranışları daha kabul edilebilir ve yapıcı alanlara kaydırmayı, vb.
Hayatın ilk yıllarında kendi duygudurumlarını kontrol edebilme becerileri daha iyi gelişmiş bebekler ergenlik dönemlerinde de yukarıda sayılan becerileri geliştirmek için daha avantajlı olurlar. Erken çocukluk döneminde duygudurum kontrolünü sağlayan en önemli etkenlerden birinin de güvenli bağlanma ortamı içinde yetişmek olduğu söylenebilir. Annesi (ya da birincil bakım vericisi) bebeğin sıkıntısına, ihtiyaçlarına karşı duyarlı olan ve uygun ve yeterli yanıtlar verebilen bir ebeveynse (yeterince iyi anne: good enough mother), bebeğin de doğuştan getirdiği dezavantajlar (örneğin, dürtü denetim sorunları, sosyal etkileşim becerilerinde kısıtlılıklar) yoksa güvenli bağlanma oluşacaktır. Güvenli bağlanan bebek annesini diğer insanlara tercih eder. Aynı zamanda annesinden kısa süre ayrılmakta ve hayatı keşfetmek için bir miktar uzaklaşmada zorluk çekmez. Benzer şekilde güvenli bağlanmış bir ergen de ergenlik dönemindeki denemelerinde anne ve babasının ona çizdiği rotadan çok da sapmadan, biraz da kendini rüzgara bırakarak kendi yolunu bulacaktır. Ancak, güvenli bağlanmayan bir ergen ya anne ve babasından çok fazla uzaklaşma eğilimi gösterecek (kaygılı kaçıngan bağlanma), ya da anne ve babasından uzaklaşmakta, kendi yolunu bulmaya cesaret etmede zorluk çekecektir (kaygılı dirençli bağlanma).
Ergenlikte yaşanan duygusal gelişimi ergenlik öncesi dönemlerin etkilediği gibi, ergenlik de erişkinlik dönemini etkiler. Ergenlik döneminde kazanılan duygusal gelişim becerileri erişkinlik yaşantısındaki davranış örüntüsünün iskeletini oluşturur. İş yaşantısında, ev hayatında uygun riskler alabilmek, diğer bir deyişle hem girişimlerde bulunup hem de aşırı risklerin altına girmemek için duygusal gelişimin yeterli düzeye ulaşması gerekir. Erişkinlik yaşamında hayal kırıklıklarına hazır olabilmek, öfke, üzüntü, ümitsizlik gibi duygularla başa çıkabilmek için ergenlik dönemi iyi bir öğrenme sürecidir.
Bilişsel gelişimle birlikte kazanılan görecelilik kavramı, diğer bir deyişle pek çok şeyin mutlak gerçek olmadığı, bu nedenle de gerçek yaşamda yüzde yüzlerin, sihayla beyazların çok sık görülmediği anlayışı ile duygular da iyi ya da kötü diye sınıflandırılmamaya başlar. Bazı duygular karmaşıktır. İçinde hem iyi hem de kötü unsurlar taşıyabilir. Örneğin, okulu bitirmek (hem bir başarı olduğu hem de arkadaşlardan ayrılma anlamı taşıdığı için) buruk bir sevinçle karşılanır. Ergenlik döneminde pek çok duygunun tonları ve karışımları da öğrenilir. Öte yandan, duyguların hissedilmesi ve ifade edilmesi farklı kavramlardır ve ergenlik öncesinde neredeyse her zaman hissettiği duyguyu ifade ederken, ergenlikle birlikte hislerin dışarıya yansıtılma düzeyi ortama göre değişeceği öğrenilir. Örneğin, bir hasta ziyareti sırasında telefonla çok mutlu bir haber aldığınızda sevinç çığlıkları atmayı ertelersiniz. Bu kontrolü sağlayabilmeniz için empati becerilerinizin gelişmiş olmasını, diğer bir deyişle diğerlerinin duygularının da farkında olabilmenizi gerektirir. Ergenlik döneminde empati becerileri de gelişir. Diğerlerini anlamaya çalışırken sadece davranışlarını ve sözlerini değil, aynı zamanda olası duygularını da hesaba katarak hareket etmeye başlarız. Bir olaya ya da duruma tepki verirken, ortamdaki diğer kişilerin durumlarını (yaş, cinsiyet, bize karşı hierarşik konumu, özel durumu, vb.) ve duygularını da dikkate alırız. Bu zihinsel işlevler ortamdaki diğer insanların duyularına benzer duyguların bizde de oluşmasına yol açar ve pek çok yeni duyguyu bu yolla keşfederiz.
Duygudurum dalgalanmalarının kontrolünde sorunlar yaşayan bireyler ortamdaki diğer bireylerde oluşan olumsuz duygulara bazen katlanamaz ve yoğun tepkiler verebilirler. Bazen oluşan bu duyguların kaynağını fark edemeyebilir ve tepkilerini tutarsız ve anlaşılmaz bir biçimde ortaya koyabilirler. Bu olumsuz duygudan kurtulmak için, özellikle bu olumsuz duyguların kaynağı olarak gördükleri bireylere karşı aşırı bir öfke ve saldırganlık geliştirebilirler. Bu nedenle, ergenlik döneminde aşırı hassas, kırılgan, duygusal bireyler gruptan daha fazla dışlanır, bu ergenlere karşı daha fazla zorbalık uygulanır. Duygudurum kontrolünde daha fazla sorun yaşayan ergenler aşağılayıcı davranışlar için bu bireyleri daha fazla kurban olarak seçer. Duygudurum regülasyonu yaşayan ergenlerde daha düşük empati becerilerinin saptanmış olması yukarıda ifade edilen ilişkilerle uyumludur. Bir çalışmada (Cohen ve Strayer, 1996) davranım bozukluğu olan ergenlerin empatik tepkiler oluşturan senaryolarla karşılaştıklarında daha fazla duygusal tepkiler verdiklerini bildirmişlerdir. Bu ergenler duyarsız ve duygusuz değil, aksine daha fazla duygusal tepkili olarak gözlenmişlerdir. Ancak bu ergenlerin duygusal tepkileri daha agresif ve kendilerine odaklı olmuştur (Cohen ve Strayer, 1996).
Özetle, ergenlikte duygusal gelişim açısından şu becerilerin kazanılması beklenir (Rosenblum ve Lewis, 2003):
yoğun duyguların denetimi ve kontrolü,
duygusal dalgalanmaların durulması,
destek almaksızın kendi kendini teskin edebilme,
kendi duygularının farkında olma ve aşırı bir sıkıntı yaşamaksızın bu duygulara odaklanabilme,
Kendisi ile diğerlerinin duyguları arasında ayrım yapabilme,
Duyguların hissedilmesi ile ifade biçimi arasında uyumsuzluk olabileceğinin keşfi,
Yoğun ya da olumsuz duyguları daha kolay katlanılabilir sembolik düşüncelere dönüştürebilme,
Belirli bir zaman için hissedilen duygularla kendi kimliğini ayırabilme,
Gerçek yaşantılarla duyguların örtüşmeyebileceğini fark etme,
İnsanlarla ilişkiler sırasında güçlü duyguları da ele alabilme ve paylaşabilme,
Empatik durumlarda güçlü duygularla baş edebilme ve uygun tepkiler verebilme,
Duyguların kaynağı, anlamı ve işlevi hakkında daha derin bir kavrayışa sahip olma,
Duyguların tonlarını ve farklı duyguların karışımlarını keşfetme
KAYNAKLAR
Cohen D, Strayer J (1996). Empathy in conduct-disordered and comparison youth. Developmental Psychology, 32, 988–998.
Cole PM (1986). Children’s spontaneous control of facial expression. Child Development, 57, 1309–1321.
DeGangi GA, Greenspan SI (1988), The development of sensory functioning in infants, Physical and Occupational Therapy in Pediatrics, 8(3): 21-33
DeGangi GA, Sickel RZ, Kaplan EP, Wiener AS (1997),Mother-infant interactions in infants with disorders of self-regulation, Physical and Occupational Therapy in Pediatrics, 17(1): 17-44.
DeGangi, GA (2000). Self-regulation in infants and children. Treatment of irritability and other mood-regulation problems. Pediatric Disorders of regulation in Affect and Behavior: A Terapist’s Guide to Assessment and Treatment, 2-31 & 120-159. London: Academic Press.
Dodge KA, Garber J (1991). Domains of emotion regulation. In J. Garber & K. A. Dodge (Eds.) The development of emotion regulation and dysregulation, 3-14. New York: Cambridge University Press.
Forguson, L., & Gopnik, A. (1988). The ontogeny of common sense. In J. W. Astington, P. L.
Malatesta CZ, Haviland JM (1982), Learning display rules: The socialization of emotion expression in infancy, Child Development, 53: 991-1003.
Malatesta CZ, Culver C, Tesman JR, Shepard B (1989), The development of emotion expression during the first two years of life, Monographs of the Society for Research in Child Development, 54 (Serial No. 219).
Rosenblum GD, Lewis M (2003). Emotional Development in Adolescence. Blackwell Handbook of Adolescence içinde. Ed: Adams GR, Berzonsky MD. 269-289
Termine NT, Izard CE (1988). Infants’ responses to their mothers’ expressions of joy and sadness. Developmental Psychology, 24(2): 223-229
Dr. Koray Karabekiroğlu
En iyi 1024x768 çözünürlükte görüntülenir...
Bu sitede yer alan yazıların her türlü yayın hakkı Dr. Koray Karabekiroğlu'na ait olup; kendisinden Fikir ve Sanat
Eserleri Kanunu'na göre yazılı izin alınmadan söz konusu yazıların herhangi bir bölümü veya tamamı iktibas edilemez
veya herhangi bir usul ile çoğaltılamaz.
Kaynak göstermek ve bilimsel kurallara riayet edilmek kaydı ile alıntı yapılması mümkündür.